‘Neden Vegan?’ başlıklı ilk yazımda da bahsettiğim Dr. M. Ender Saraç’ın AYURVEDA isimli kitabındaki ‘Vejetaryen Beslenme’ adlı yazının bazı kısımlarını Dr. M. Ender Saraç’ın da anlayışına sığınarak buraya almak istiyorum.
Bunu yapma cesaretini de açık söylemek gerekirse AYURVEDA kitabının 14. Baskısının önsözünden alıyorum, bir de kendisini yakından takip eden, kendisinin her tavsiye ettiğini harfiyen yerine getirip faydasını görmüş olan biri olduğum için... Dr. M. Ender Saraç paylaşmayı seven biri. Bilgiyi paylaşmak yüce gönüllülüktür, evrensel olabilmek, hoşgörülü olabilmektir.
Ben de öncelikle kendisinin kitaplarını herkese tavsiye ediyorum.
Sonra da onun affına sığınarak alıntılara başlıyorum:
* ÖNSÖZ
Ayurveda kitabının piyasaya çıkması üzerinden yaklaşık yedi yıl geçti ve şu an 14. baskıya girmesinin mutluluğunu yaşıyorum. Toplumdaki bilinçlenme ve insanların doğal yollarla daha derin bir sağlık ve mutluluk arayışı içerisinde olması Ayurveda’ya ve doğal tıp sistemlerine olan ilgiyi artırdı. Bu kitabın hiçbir cümlesine yeni baskıda, dokunmadım, çünkü bu iki üç yılın değil, binlerce yılın denenmiş, derin bilgisiydi. Özellikle ülkemizin ve dünyanın mutsuzluk ve hastalıklarla boğuştuğu bir dönemde evrensel bilgilere ihtiyacın çok daha artacağı kanısındayım. Bu yeni dönemde de Yüce Yaradan’ın sevgi ışığının, şifa enerjisinin çeşitli vesilelerle bu kitabı okuyan her kişiye akmasını derinden diliyorum.
Dr. M. Ender Saraç
Ö. Hay Sağlık – Estetik Merkezi
1.Levent
* Büyük bir atom yapımı ve yıkımı içerisindeyiz. Yediğimiz her şey, bedenimizdeki hücreleri değiştirdiği için, sonuçta yediğimiz gıdalardan oluşuyoruz. Dışarıyla olan en büyük alışverişimiz yiyecek, içecekler ve biraz da soluduğumuz havayla olmaktadır. Ağızdan beslenme yoluyla dışarıdan aldığımız tüm maddeler, aslında bizim temel yapı taşlarımızdır. Dolayısıyla ne yersek o’yuz. Şöyle bir örnek verebiliriz. Hayvanlar, normalde daha sağlıklı bir kimyaya sahip olmalarına rağmen, öldürüleceklerini anladıkları anda negatif kimyasal maddeler salgılarlar. Özellikle mezbahalarda kesilenler, çok ciddî bir gerilim yaşamakta, ölüm korkusuna bağlı olarak hemen çeşitli enzimler, nöropeptitler dolaşıma katılmaktadır. En basitinden, sempatik sistem aktive olmakta ve yoğun miktarda adrenalin açığa çıkmaktadır.
Hayvan öldüğü zaman bu maddeler dolaşıma ve sisteme geçmekte ve insan tarafından yendiğinde de bedene girmektedir.
Son araştırmalar belirli besinlerin, beynin çalışmasını, hatırlamasını, uyku motor hareketlerini, acı, depresyon, öğrenme yeteneği ve hatta gerçeğin algılanması gibi değişik zihinsel ve fiziksel fonksiyonları doğrudan doğruya etkileyerek beynin kimyasal dönüştürücülerini değiştirdiğini göstermiştir. Söz gelimi soya fasulyesi gibi, besin değerleri bakımından zengin gıdalar hafıza yeteneğini artırırken; karbonhidratça zengin ve proteini az besinlerin kişiyi miskinleştirdiği doğrulanmıştır. Çünkü karbonhidratlar insülin üretimini uyarırlar. İnsülin ise beyindeki serotonin seviyesini artırır, bu da kişiyi uykulu ve miskin yapar. Aşırı tatlı ve abur cubur beslenen kişiler için de bu geçerlidir.
Buzul çağına kadar vejetaryen bir şekilde beslenen insanoğlu, tartışmasız otoburlara daha yakındır. Son buzul çağında, yaşamlarını sürdürmek için, asıl besinleri olan sebze, meyve ve kuruyemişleri bulamadıklarından dolayı, et yemek zorunda kalan insanoğlu, etle beslenmeye buzul çağı bittikten sonra da hatalı bir alışkanlık olarak devam etmiştir. Buna rağmen tarih boyunca vejetaryen beslenmenin insanoğlu için daha yararlı olduğunu gören birçok topluluk, vejetaryen beslenmeye geri dönmüştür. İnsan için et yemek doğal değildir.
İnsanın sindirim sistemi beden boyunun on iki katıdır. Suyu öteki vejetaryen canlılar gibi emerek içerler. Diş ve tırnak yapıları da vejetaryen hayvanlarınki gibidir ve tohumların ön sindirimleri için de, tükürük yapısı, pityalin içerir.
İnsanlar fizyolojik bakımdan kesinlikle etle beslenmeye uygun yapıda değildir. İnsanın anatomik yapısı ve sindirim sistemi, milyonlarca yıl boyunca meyveler, kuruyemişler, tohumlar ve sebzelerle beslenerek evrimleştiğini göstermektedir. Ayrıca insan genel eğilimleri, içgüdüleri ve davranışlarında etobur özelliği taşımaz. İnsanların kendileri için hayvan öldürecek başka insanlara ihtiyaçları vardır. Eğer herkes ihtiyaç duyduğu eti karşılamak için öldürme eylemini kendisi yapmak zorunda kalsaydı, birçok kişi bundan çok rahatsız olurdu, aç kalırdı. İnsanlar, diğer et yiyen hayvanlarda olduğu gibi eti çiğ olarak da yiyemezler. Bunun yerine haşlayarak, fırınlayarak, kızartarak veya kan kokusunu çeşitli sos ve baharatlarla giderip, onu çiğ durumdan uzaklaştırarak ve orijinal halini saklayarak yiyebilirler. Buna örnek olarak bir bilim adamı şöyle bir açıklama getirmiştir:
“Aç bir kedi, bir parça çiğ et kokusu aldığında büyük bir arzu duyarken, meyve kokusuna karşı hiç bir tepki vermez. Eğer insanlar bir kuşun üstüne atlayıp, hâlâ canlı olan organlarını parçalayıp, ılık kanını emebilirse, doğanın kendilerini et yeme içgüdüsüyle donattığını söylemek mümkündür.” Öte yandan bir salkım üzüm, bir şeftali insanların ağzını sulandıracaktır. Büyük evrim teorisyeni Charles Darwin dahil birçok bilim adamı, ilk insanların meyve ve sebzeyle beslendiğini ve tarih boyunca da anatomilerinin fazla değişmediğini tespit ederek, insanların, bedensel ve fizyolojik yapılarına uygunluk bakımından doğal besinlerinin meyve, sebze ve tohumlar olduğunu kabul etmişlerdir.
* İnsanoğlunun ruhsal evrimini artırmasını amaçlayan bütün dinî ve kültürel akımlarda, Müslümanlıkta, Hıristiyanlıkta, Uzakdoğu dinlerinde, belli bir bilinç düzeyini aşmış kişiler peygamberler, bilge kişiler, yogiler diğer canlıları öldürüp yemekten uzaklaşmıştır.
Bu, insanın kendini yaratan kaynakla daha iyi ve kuvvetli bir bağlantı kurması için büyük avantaj oluşturmuştur.
* Genelde daha sağlıklı olmak ve evrimleşmek isteyen bir kişi için, bedenin içerisine ikinci bir beden sokmamasının daha doğru ve yararlı olduğu düşüncesindeyim. Ayrıca geçmişte ve günümüzde yaşayan birçok dâhinin, sanatçının, politikacının, müzisyenin ve bilim adamının, Leonardo’dan, Einstein’a kadar, zirveye imza atmış pek çok kişinin vejetaryen olduğunu vurgulamak, sanıyorum et yemeyen kişilerde beslenme bozukluğuna veya zekâ düzeyinde eksiklik olacağına dair iddiaların geçersiz olduğunu kanıtlar.
* Bitkiler ise genelde çok yavaş, duygusal tepki gösterir. Çok geniş bir zaman dilimi içerisinde, son derece yavaş toksin salgılarlar. Ağaçlar ve bitki âlemi uyku bilincindedir. Bu yüzden olumsuz herhangi bir madde salgılamazlar.
* Vejetaryen kişilere yöneltilen eleştirilerden biri de, hayvanlar da, bitkiler de canlı olduğuna göre, ikisini de yemek arasında pek bir fark olmadığıdır. Bu, bilimsel olarak doğru değildir. Çünkü bitkiler acı çekmiyor, ayrı bir bilinç halinde ve düzeyinde, uyku bilincinde oldukları için tüketildiklerinde, toksin oluşturmuyor, insan bedenine zararlı herhangi bir madde üretmiyorlar. Ayrıca biz çoğu zaman bitkilerin kendisini değil, onun ürününü veya bir bölümünü, yani elma ağacını değil, elmayı, tüm fidanı değil, fasulyesini yiyoruz. Veya o bitkinin normal evrimini tamamlayıp, zaten yok olacağı bir dönemde onu tüketiyoruz.
* Vejetaryen beslenme, belli bir süre sonra insanın ruhsal, zihinsel ve duygusal yapısında bir incelme ve saflaşma yapar. Vejetaryen olan kişilerde, daha olgun bir ruhsal yapı gelişimi, doğaya daha fazla sahip çıkma, davranışlarda hayvanî dürtülerin giderek yok olması ve saldırganlığın giderek azalması gözlemlenmektedir. Vejetaryenlerin genel olarak davranışları, tepkileri daha ince, daha insancıldır.
* Bugün için çok iddialı bir söz gibi gelebilir; fakat gelecekte, dünya barışı için, insanoğlunun vejetaryen olmasının hem çok önemli, hem de gerekli bir aşama olacağını vurgulamak isterim. Daha önce yamyamlığı yaşayıp terk eden insanoğlu, şimdi de, önce kırmızı eti, zamanla da diğer canlıları yemeği terk edecek ve giderek barışçıl, daha az saldırgan bir canlı türü olacaktır.
(*) Ben size hem bu yazının tümünü, hem Dr. M. Ender Saraç’ın gerek Ayurveda gerekse diğer kitaplarını okumanızı öneririm. Ayrıca, bu kitaba kaynak olan Evrensel Rönesans Yayınlarından çıkan Anandamitra'nın 'Meditasyon ve Beslenme' adlı kitabını da hararetle öneririm. Bu kitapları okuduktan sonra insanlar hâlâ et yiyebiliyorsa söylenecek laf yok doğrusu.
En kısa zamanda bu yazının önemli iki bölümünü daha buraya aktaracağım:
1- Neden et yiyenler daha çok hastalanır ve erken ölür?
2- Her vejetaryen beslenen sağlıklı besleniyor mu?