Pazartesi, Aralık 25, 2006

Oksijen Takviyesi Kaz Dağları

Geçen gün Kaz Dağları'na gideceğimden bahsetmiştim. Gittim. Hem ziyaret hem ticaret demiştim, evet öyle de oldu. Bir veganın yolculuklarında karşılaşabileceği zorluklar ve bunları aşmak için neler yapabileceğinden bahsedeceğim demiştim.

Arkadaşlarla gidilen bir yol ama tabiî içlerinde iki de profesyonel turist rehberi olunca, (Banu artık aktif olarak rehberlik yapmıyor) ben rehberliği üstlenmek durumunda kaldım. Ne de olsa Türkiye'nin her noktasına nasıl ulaşıldığını, nereden nereye ne kadar zamanda ve en iyi nasıl gidileceğini, bu güzergâhlarda en iyi nasıl zamanı kullanabileceğimizi ve nerelerde mola verileceğini gayet iyi biliyorum. Banu etrafı iş için o gözle incelerken ben de ona gerekli açıklamaları getirmeye çalışırken, diğer dostlar bu yolculuğun gerçekten dibine kadar tadını çıkarttılar.

Ne mutlu!

Cumartesi sabahı 07.00'de Bandırma'ya gitmek üzere hızlı feribota bindik arkadaşlarla. Deniz epey çalkantılı idi bu sebeple biraz gecikmeli vardık Bandırma'ya. Bandırma'dan Susurluk, Balıkesir yolu üzerinden (Susurluk Yasa Tesisleri'nde mola vererek) Edremit'e ulaştık. Çamlıbel Köyü'ne, İdaköy Çiftlik Evi'ne vardığımızda saat 12.30'u geçiyordu. iskender ağabey, canım benim, bizi bekliyordu ve hemen hazırlanıp uzun bir yürüyüşe çıktık. Harika oldu. Hava kararana kadar yürüdük. Ben zaten yürüyüşü severim, hele zorlu olursa biraz daha mutlu olurum. Dağlara, tepelere taparım.

İda Dağları dünyanın 2. en yüksek oksijen oranına sahip noktası diye bilinir Alp Dağları'ndan sonra. Bunu aklınızda tutun ve bu fırsatı değerlendirin. İnanın hissedeceksiniz burada oksijeni. Ben bundan müthiş zevk alırım. Kaz Dağları'nda (yani İda Dağı) yürümek o kadar müthiş bir duygu, bir zevk ve ayrıcalık ki. Burayı gerektiği gibi değerlendiremiyoruz Türkiye olarak diye düşünüyorum.

Ben bu yürüyüşte oksijeni, dağın havasını ve denizden gelen havayı ayrı ayrı hissettim.

Bu duyguyu açıklamak ya da kelimelere döküp açıklayabilmek belki mümkün belki değil, ama farkındalık, anı yaşamak, bedene ve zihne dönüp onları dengeleyebilmek size bu duyguları tattıracaktır.

Akşama doğru eve döndük ve şömine yakıldı. Yemek hazırlandı. Masa başında toplandık. Bizlerden başka iki kişi daha vardı İdaköy Çiftlik Evi'nde kalan. Onlarla beraber yedik ve gece sohbet bitene odalarımıza çekilene kadar hep birlikteydik ve çok güzel saatler geçirdik.

Yemek harikaydı. İskender ağabey sağolsun ben vegan olduğum için hazırladığı sebze çorbasına süt katmadı. Bence çok da güzel olmuştu. Nefis zeytinyağlı sebzeler vardı. Esmer ekmekle çok da iyi gitti.

Daha sonra sohbet şömine başında saat 23.30'a kadar devam etti. Ama inanır mısınız daha saat 20.30 olduğunda herkes saat 01.00 oldu diye düşündü. Oksijen çarpmıştı sanırım herkesi. :-)

Sohbetler hep harika olur İdaköy Çiftlik Evi'nde. Bu da öyleydi. Ben rica ettim, sağolsun İskender ağabey kırmadı beni ve Sarıkız Efsanesi'ni anlattı. Kaz Dağları efsanesi. Aslında Sema abla (İskender ağabeyin hanımı) da olsaydı piyanoda ona eşlik etseydi çok daha güzel mi olurdu acaba diye düşündüm ama sonra sevgili arkadaşlarımızdan birinin bir lafı geldi aklıma:

" Olduğun zaman, her zaman, en doğru zaman!"

Ne güzel değil mi? Bu aslında yaşanan her şey için de geçerli.

Neyse sohbet inanılmaz koyulaştı, sanırım herkes kendi içinde beden ve zihni dengeleme konusunu irdeledi kendi açısından, çok evrensel boyutlu konular konuşuldu ve herkes an'ı yaşamanın tadına vardı.

Sabah herkes erkenden kalktı ve kahvaltı sofrasında buluştuk saat 08.15'te. Çay, kızarmış ekmek, ev reçelleri, salatalık, domates, yumurta, peynirler, zeytin, zeytinyağı vs. Ne ararsan var. Tabii ben salatalık, domates, çay, ekmek, zeytin ve zeytinyağı ile biraz da reçellerle kahvaltımı yaptım.

Saat 09.00'da yola koyulduk ve hemen İdaköy Çiftlik Evi'nin yakınındaki Tahtakuşlar Etnoğrafya Müzesi'ni gezdik. Ben bu müzeyi çok severim. Ayrıca UNESCO ödüllü bir müze olduğu için de mutlaka gezilmesi gerekli diye düşünürüm. Bizim ihmal ettiğimiz bir şeydir etnoğrafya müzeleri. Aslında yerel kültürleri anlamak, tanımak açısından o kadar da önemli ki.
Örneğin bu müzede yöredeki Türkmenleri daha yakından tanıyabilir, onların sosyal ve kültürel yaşamını öğrenebilirsiniz.

www.etnografya-galerisi.com

Ben bu yöreye geldiğim her sefer bu müzeye uğrar mutlaka da bir şeyler alırım. Bu sefer de zeytin çekirdeği kolye (barış için), iğde çekirdeği kolye (nazara karşı) ve çam kozalağı kolye (bu süs, ama ben buna sevgi için diyorum) aldım. Zaten bu müzeden bir tane daha kısa kolyem var, dördünü de birarada takınca öyle güzel duruyor ki, hepsi ayrı boyda. Çok güzel görünüyor. İyi denk düştü.

Müzeden herkes bir şeyler aldı. Yola koyulduk ve ilk iş Adatepe Köyü'nü gezdik, oradan sonra Altınoluk üzerinden Küçükkuyu'ya vardık ve Adatepe Zeytinyağı Müzesi'ni gezdik. Buradaki herkes benim dostum. Harika zaman geçirdik. Arkadaşlarıma zeytini, zeytinyağını ve sabunu anlattım. Bol bol alışveriş yaptık.

www.adatepe.com

Yeşilyut Köyü'nü gezdik. Çok sevdiler. Ben tabiî Banu'yla iş icabı bazı otelleri inceledim. İyi oldu. Buradan sonra Assos'a gittik, önce kaleyi gezdirdim arkadaşlarıma. Sonra Assos'un limanına indik ve Assos Otel'de yemek yedik. Herkes balık ağırlıklı yedi. Ben tabiî ki, turp otu, salata, kuru börülce, esmer ekmek yedim. Etrafta gördüğüm ve bulduğum dokunulmayan balıkları da köpeğe verdim. :-)

Yemekte oyalanıldığı, kış saati sebebiyle de havanın erken kararması nedeniyle ören yerlerinin erken kapanmasından dolayı Troya'yı iptal etmek zorunda kaldık. Olsun, başka zaman yaparız diye düşündük ve Çanakkale'ye doğru yola çıktık. Saat 17.05 gibi Çanakkale'ye gelince 18.00 Çanakkale - Eceabat feribotu yerine, Lapseki'ye gidip Lapseki'den 18.00 feribotuna binmeye karar verdik. Böylece nereden baksan en azından yoldan ve zamandan kâr ediyorsun, nitekim öyle de oldu.

Lapseki'ye kadar mitolojik hikâyeler anlattım. Lapseki'den Gelibolu'ya geçip bir benzin ve ihtiyaç molası verdik. Tekirdağ'da herkes köfte yemek istedi. Ben mevsim salatası ve soğansız piyazla tıka basa doymuştum bile, artık canım da, içim de bir şey kaldırmıyordu.

Gece eve vardığımda huzurlu, mutlu ve bol oksijen takviyesini hisseder vaziyetteydim.

Bir vegan olarak kendini sıkmaya gerek yok yolculuklarda. Aslında açlığın genelde susuzluk hissi olduğunu anlarsan, işi çözmüş olursun.

Beynini değil, bedenini dinlersen işi bitirmiş olursun çözmekten de öte.

İşte bu durumlarda, eğer vejetaryen ya da vegansanız size 'ah ah, vah vah' diye acıyanlara kulak asmayın. Aslında bence onlar kendilerine acıyorlar. Herkes karşısındakine ayna tutar unutmayın!

Siz siz olun ve asla yolunuzdan dönmeyin. Ne istiyorsanız her yerde bulmanız mümkün olmayabilir. Bu durumda çıkınınızla dolaşmanız da gerekebilir ama öyle olmadığının ispatı benim. Gittiğiniz yerde olan şeylerden size uyanı bulun, onu isteyin. Rica edin, isteyin, tarif edin. İnanın herkesten daha fazla zevk alacaksınız. Size hizmet edenler de farklı bir şeye hizmet verdiklerinin bilincine varıyorlar ama o an, ama on dakika sonra ve harika vakit geçirebiliyorsunuz. Masaya gelen ve sizin beslenme şeklinize uymayan şeyleri de canınızın çekmediğini görmek ayrı bir tatmin verecek size.

Beslenme alışkanlıklarının değişmesi acı çekmek, hasret kalmak değildir. Bunu iyi düşünün.

İlk fırsatta kendinize böyle bir güzellik yapın, böyle bir hediye verin.

www.kazdagiotelleri.com

Sevgiyle kalın
Vegan kalın!