Gerekli Bilgiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gerekli Bilgiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Ekim 18, 2016

ARTIK VEGAN YOĞURDUMUZ VAR...

Yaşasın...

Artık vegan yoğurdumuz var.



Yıllar önce paylaştığım yazılara bakıyorum da, nelerden geçmişiz. Yurt dışından vegan yoğurt getir(t), onu soya sütüyle mayala, yeni yoğurt elde et, zaman içinde soya sütündeki bir iki değişiklik nedeniyle tutmayan yoğurt ve yoğurtsuz kalma durumu, başka yollardan yoğurt yapma, üretme denemeleri ve sonunda vazgeçme aşaması...

Hepsi bitti...

Artık vegan peynirden sonra vegan yoğurdumuz da var...

Trakya Çiftliği tarafından üretilen vegan peynire bayıldığımı biliyorsunuz. Artık vazgeçilmezlerimden biri. Her şeye kullanıyorum.

Aynı firmanın yoğurt üreteceğini duyduğumda havalara uçmuştum. Evet, havalara uçmuştum... Sonunda vegan yoğurdun raflardaki yerini aldığını duyurdu Vegan Dükkan...

Ben de almaya gittiğimde Tarkan elinde mal kalmadığını ve geleceğini söyledi, bekledim, kesin kararlıydım elim boş dönmek yoktu. Başka bir yerde olsa da almam, ben vegan müesseselere destek olunması gerektiğini düşünüyorum...

Beklerken birkaç kişi yoğurt sordu, ben de işlerimi halletmek için çıkıp geri geldim ve ne göreyim, yoğurt sırasına girmiş insanlar. Bekliyorlar... Çok hoşuma gitti... Ne kadar bekleyen varmış yoğurdu demek ki...



Neyse sonunda yoğurt geldi ve ben denemek için 5 tane aldım, peynir ve tofu da alıp eve döndüm.

O arada yoğurt hakkında bazı yazılanları okumuştum. Tarkan'la da sohbet ettik biraz, o da bana bazı fikirler verdi.

Sonuçta damak zevkidir, başkalarının lafı beni fazla bağlamasa da kafama takılan bazı kişilerin tatlı demesi idi...

Eve geldim, en kolay deneme yolu hemen bir cacık yapmak idi... İlk paketi cacık yapmak için kullandım.



Bir paket yoğurdu kendi suyu ile çırptım, sarımsak ve biraz Himalaya tuzu kattım. İki salatalığı minik minik doğrayıp ekledim. Su ile biraz incelttim. Ben çok yoğun ya da su gibi ince cacık sevmiyorum, orta karar olmalı yoğunluğu. Sonra üzerini biraz zeytinyağı ve nane ile süsledim. Arada daha cacıcığı yapmadan bir lokma tadına bakmıştım yoğurdun. ilk tanışma ya, bir şey anlamadım önce pek... Yorum için erkendi yani...

Neyse akşam yemeğinin yanında cacık afiyetle yenildi ve bayıldım... Bana hiç de o kadar tatlı falan gelmedi...

Yoğurtlar 200gr olduğu için az olabilir yapacağınız işe göre ama bir paketten iki öğünlük (ya da iki porsiyon da diyebiliriz) cacık çıktı.

Ertesi gün öğlen o cacık bitti.

Akşam da çok özlediğim bir şeyi yapmaya karar verdim. Eskiden vegan yoğurtla yapmayı pek sevdiğim bir şeyi. Yalancı Mantı...



Makarnayı haşladım. Yarım paket yoğurdu kendi suyuyla çırpıp içine sarımsak kattım. Sızma zeytinyağı ve kırmızı pul biberi ateşte biraz kızdırdım. Makarnanın üzerine önce yoğurdu sonra da yağı döktüm... Fotoğrafı çekip hemen yedim :)

O kadar yakıştı, o kadar güzel oldu ki... Yoğurdun tadı da muhteşemdi... Sanırım alışmaya başladım hemen.

Paketin diğer yarısını da bu yazıyı yazarken yedim bitirdim :)


Şimdi esas konumuz vegan müesseselere destek olmak.

Evet, binbir güçlükle savaşıyorlar, uğraşıyorlar. O kadar önemli bir misyon üstlenmişler ki. İyi ki varlar...

Dünya için, hayvanlar için, hayvan hakları için, kendiniz ve gelecek için bir iyilik yapın: Vegan müesseselere destek olun.

Onları yaşatalım!



Vegan Dükkan

Adres: Sıraselviler Cad. Soğancı Sok No:8/C Cihangir Beyoğlu İstanbul
Tel: 0.212.243 23 83 
Email: info@vegandukkan.com
Pazartesi-Cumartesi 09.30-20.00
Pazar KAPALI

Cumartesi, Kasım 01, 2014

1 Kasım Dünya Vegan Günü

1 Kasım Dünya Vegan Günü...

KUTLU OLSUN...

Bugün İstanbul'da olanlar için süper bir fırsat var. Kaçırmayın...

Eğer Taksim civarındaysanız mutlaka uğrayın, değilseniz de yolunuzu düşürün...

Unutmayın... Bu fırsat gerçekten kaçmaz. (15.30-18.30 arası)


Vegan Dükkân

Sıraselviler Cad., Soğancı Sok. No.8/C
Cihangir / Beyoğlu - İstanbul

Tel: 02122432383

Salı, Eylül 16, 2014

Mutlaka Okunması Gereken Bir Yazı

Mutlaka okunması gereken bir yazı...

Normalde bu blogda bu tarz şeyleri yayınlamayı sevmiyorum ama bu kadının yaptığı anlaşılır gibi değil, zaten benim derdim de bu kadın değil.

Aşağıdaki linke gidip okuyun. Çok kıymetli bilgiler var. Özellikle de vegan, vejetaryen olun ya da olmayın, mutlaka okunmalı.

Özellikle de et yiyenler ve insanın etobur olduğunu sanan ve/veya savunanlar için çok önemli bir yazı.

Perşembe, Ocak 09, 2014

Canınız Pizza Çekerse...



Dün canım aniden pizza çekti. Öğlen saatleriydi, sokaktaydım ve çok acıkmıştım. Tarkan'a uğramıştım alışveriş için, Vegan Dükkân'a. Laf lafı açtı, peynir yapımından bahsettik, besin mayası aldım (nutritional yeast), pizza yapmaktan bahsettim... Bilirsiniz, blogda da var, çok da severim vegan pizzayı.

Birden aklıma geldi, 'sen miydin geçenlerde vegan pizza paylaşan bir yerlerde' diye sordum. Instagram'da paylaşmıştı Tarkan bir vegan pizza fotoğrafı, hatırlattı bana. O pizza yediği yeri tarif etti ve pek övdü. Hemen internetten telefonu bulup aradım.

Son derece ilgili bir şekilde her soruma cevap verdiler. Ben Cihangir'deydim, pizzacı ise Tophane ve Karaköy arasında Kılıç Ali Paşa Camii'ne pek yakın bir yerde. Yürüme mesafesi ile bilemedin 15 dakika. Kendime vakit ayırmaya ve orada pizza yemeğe karar verdim.

İyi ki de öyle yapmışım. Rehber olarak zaten İstanbul'da en sevdiğim muhitler Galata ve Karaköy'dür. Oralarda devamlı bir keşif peşinde koşarım. Komodor adlı bu mekânın sokağı rüya gibi. Çok şeker. Mekânı hemen buldum ve içeri daldım.



Harika bir yer, minicik ama çok şirin. Küçücük bir bahçesi de var, kış olduğu için kapatılmış ve ısıtması da var haliyle. Ben bahçede oturdum.

Duyarlı insanlar... Veganlığın aslında temel beslenme biçimi olduğunun bilincindeler ve listelerine bir de vegan pizza eklemişler.



Pizza yemek isteyen herkes için hoş bir mekân, harika salatalar da var. Pizza için sosu kendiniz seçebilirsiniz. Değişik soslar var. Ben domates sosun üzerine biraz közlenmiş patlıcan sosu istedim ve gerisini bildikleri gibi yaptılar.

Pizza gelene kadar bir yeşil çay istedim. İyi ki istemişim, gerek sunumu gekerse tadı harikaydı. İçmeye doyamadım...



Pizza'nın yanında da Sorel tavsiye ettiler. İyi ki onu da denemişim, onun da tadı muhteşemdi. Hibiskus, zencefil ve limonlu Komodor gazozu.

Pizza çok başarılıydı. Günümü güzelleştirdi bu mekân. Yediğim ve içtiğim, yaptığım sohbet cidden paha biçilmezdi.

Aslında pizzanıza istediğiniz pek çok şey ekletebilirsiniz. Böyle bir imkân da var. Meselâ Urla zeytini, mantar, közlenmiş biber, badem vs.

Broşürlerinde şöyle yazıyor:

Komodor, küçücük, tek kişilik mutfağında İtalya yerine Ege Bölgesi'nde icat edilmiş, endemik, orijinal ve alternatif pizzalar hayal edip üretiyor.

Ege'ye has ürünler ve pişirme biçimleri, Ege'den gelen en sağlıklı ve taze malzemelerle, Komodor'un 'slow food' kültürüyle fırında pişiyor.

Komodor'un başka bir yerde yiyemeyeceğinize inandığımız tadları, Ege Bölgesi'nde yetişen ürünlerin mevsimine bağlı olarak sürekli değişiyor.

Belki de bu beni en çok cezbeden tarafı oldu Komodor'un.

Bundan sonra müdavimlerindenim ve takipteyim. Bakalım neler üretecekler daha?

Şimdilik yalnızca Cihangir'e servisleri de var, hatırlatayım.

Adres: Kılıç Ali Paşa Mescidi Sokak - Karaköy / İstanbul

Telefon: 0212 293 53 00

Perşembe, Ocak 02, 2014

Elmalı ve Tarçınlı Su



Malzeme:

* elma
* çubuk tarçın
* su

Hazırlanışı:

- Bir elma ince ince dilimlenir ve bir sürahinin dibine yerleştirilir. Üzerine bir tane tarçın çubuğu konur. Sürahi, elmaların üstünü örtüp biraz aşacak şekilde su doldurulur.

Neden Bu Tarif?

Zaman zaman değişik bir tat hoş oluyor. Zaman zaman insan arınmak istiyor. İşte bu tarif tam da böyle zamanlar için.

Elma ile tarçının faydaları ve antioksidan özellikleri düşünülürse, aslında zaman zaman değil, devamlı yapıp hep el altında bulundurmak gereken bir su bu.

Zayıflatıcı özelliği de var. En önemlisi vücudu arındırıp temizliyor.

Bu suyu denedikten sonra başka içecek aramayablirsiniz.

Benim Tavsiyem:

- Bu suyu hazırlarken kullanacağınız elmayı zevkinize göre seçin. Yeşil seviyorsanız yeşil elma vs.

- Ben bir adet tarçın çubuğunu yeterli buluyorum, çünkü elma tadının baskın çıkması benim damak tadıma daha uygun ama siz tarçın tadını daha baskın istiyorsanız 1,5 çubuk kullanmanızı tavsiye ederim, iki adet fazla oluyor ve acı bir tat bırakıyor damakta.

- Su içmeyi sevmeyenler için ideal çözüm. O kadar güzel bir tadı var ki, çok kısa sürede günlük su ihtiyacınız kadar tüketeceğinizden emin olabilirsiniz.

- Yukarıdaki tarife göre suyu hazırlarken arzu ederseniz suyu koymadan önce biraz buz da koyabilirsiniz elma ve tarçının üstüne.

- Su azaldıkça sürahiye su ekleyin. Elma ve tarçını 3-4 sürahi su tüketene kadar kullanın, sonra yenisiyle değiştirin.

AFİYET OLSUN!


Cumartesi, Mart 03, 2012

Vegan Peynir


Sevgili Papatya ve vegan eşi Yorgo / www.tofu.gr Türkiye'ye geldiklerinde bu fotoğrafını gördüğünüz peynirden getirmişlerdi tatmamız için. Yanlış hatırlamıyorsam iki çeşitti. Hayatımda en sevdiğim tatlardan biri olarak kaldı beynimin bir köşesinde...

Ben eti vejetaryen ve sonrasında vegan olmadan önce de hiç sevmedim, et tadı aramadım hiç. Peynir ise benim vazgeçilmezimdi. Çok zorlanacağımı düşünmüştüm vegan olursam, o nedenle kısa bir süre lakto-vejetaryen olup gene 4 gün gibi çok kısa bir sürede veganlığa geçiş yapmıştım.

Çok da isabetli bir karardı. Sebepler tamamen etikti.

Soya peynirleri sayesinde peynir aramaz olmuştum...

Ama bu peyniri yediğimde hani Fransız füme peynirleri vardır ya, o tadı alınca inanamadım ne yediğime...

Yorgo'ya sorduk nasıl yapıldığını, aldığımız cevap hepimizi şaşırttı. Biz soya diyecek diye beklerken o 'tahin' dedi.

Evet, bu peynir tahin, bitkisel yağlar, buğday nişastası ve deniz tuzundan üretiliyor.

İnanması zor da olsa böyle...

En güzeli de, soya, mısır, mono sodyum glutamat (bir tür aroma arttırıcı) ve trans yağlar içermiyor. GDO'suz...

Hep bahsettiğim sevgili dostum, Cihangir Ecolife'ın sahibi Tarkan sık sık Yunanistan'a gider. Yorgo'dan bu peynirin nerede satıldığını öğrendi. Atina'da sıradan bir süpermarkette satılıyormuş. Son gidişinde bana da bu peynirden getirdi. Sağ olsun, nasıl mutlu oldum...

Hıristiyan dünyası şu sıralar Paskalya öncesi büyük oruçta. Hayvansal gıda yemezler 50 gün boyunca. Bu oruç süresince tek yedikleri hayvansal gıda balık. Bu durumda da Yunanistan'da böyle bir peynir olması, özellikle de oruç döneminde kolay bulunması bana çok mantıklı geliyor.

Bunun yanı sıra laktoz alerjisi olanlar için de çok iyi bir çözüm bu ve benzeri ürünler.

Demem o ki, bu peynir Türkiye'ye gelmeli...

Tarkan vegan çikolatanın yakında geleceği müjdesini verdi, Tarkan'ın ablası da bu peyniri getirtme girişimlerine başladı.

Umarım çok yakında bizde de satılır bu peynir. Hatta keşke böyle bir ürün üretiliyor olsa...

Türkiye gibi aslında vegan cenneti olabilecek bir ülkede bazı şeylerde zorlanıyor olmamız çok acı...

Ben bu peyniri istiyorum...

http://www.viotros.gr/

Çarşamba, Haziran 23, 2010

Soya Peyniri



Malzeme:


- Soya yoğurdu
- tülbent


Hazırlanışı:


- Soya yoğurdunu bir tülbente sarıp asın. En az 10 saat asılı bırakın. Daha sonra içinde bulunduğu tülbente sararak bir müddet de buzdolabında tutun.



- Peynirinizi mutlaka buzdolabında ve mümkünse bir kabın içinde saklayın. Peyniriniz en az 4-5 gün bozulmadan dayanacaktır.



Benim Tavsiyem:


- Türkiye'de henüz soya yoğurdu satılmadığı için mecburen yurt dışından getirilmiş bir soya yoğurdu maya olarak kullanacaksınız.


- Bu blogda bulabileceğiniz soya yoğurdu tarifiyle son derece basit bir şekilde yoğurdunuzu yapabilirsiniz. Ben genelde yaptığım yoğurttan yeni yoğurt yapmak için bir kap ayırıp geri kalanı ile peynirimi yapıyorum.


- Türkiye'de bazı tofu peyniri çeşitleri bulunuyor ama değişiklik isteyenler için bu peynir tarifi son derece kolay bir tarif. Ayrıca sonucu da her zaman mükemmel. Harika bir tat sizi bekliyor! Bence üşenmeyin ve yapın. Bayılacaksınız.


- Yoğurdunuzu mutlaka en az on saat asın ve altına mutlaka damlayan suyu toplamak için bir kap koyun. On saati geçebilirsiniz ama on saatten az asılı bırakmayın.


- Ben normalde herşeyi kendi tadıyla ve doğal haliyle severim. Bu peynir de sade haliyle son derece lezzetli bir taze peynir. Ekmeğin üstüne sürün yiyin. Doyamayacaksınız. Ama gene de değişiklik isteyenlerin yaratıcı yanlarını ortaya çıkartacak bir tarif. İsterseniz frenk soğanı ile süsleyebilirsiniz peynirinizi, ya da ceviz ve kara biberi bir arada döverek üstünü süsleyebilir ya da içine karıştırıp soğumaya bırakırsınız. Daha pek çok şey yapılabilir. Ben en son kenevir tohumu ile süslemeyi denedim. Tadına doyum olmuyor.



AFİYET OLSUN!

Cumartesi, Ekim 18, 2008

Vegan Yoğurt


Bir hayalim daha gerçek oldu!


Biliyorsunuz, Türkiye'de vegan yoğurt yok. Normal yoğurttan da vegan yoğurt üretmek gibi bir durum olamayacağına göre biz veganlar yoğurt yiyemeyeceğiz demek oluyor bu.


Ben vegan olduğumdan beri yoğurt yemiyorum. Vegan yoğurt da yemiyorum. Bir şekilde ne sebepleyse, yurt dışına gittiğimde de bulsam da almadım vegan yoğurt. Işıl bana İngiltere'den maya getirecekti ama onun da vegan olmaması nedeniyle getirmedi.


Artık iyice vazgeçmişken çözüm arayışından, sevgili Tarkan, Berlin'den bana vegan yoğurt getirdi. Okuduk, araştırdık ve ikimizde evlerimizde yoğurt yapma kararı aldık.






O eski usulde, ben de yoğurt makinesi ile.

Hemen gidip bir yoğurt makinesi aldım. Tarkan'ın getirdiği yoğurt 4'lü olduğu için, hani meyveli yoğurtlar vardır ya, o büyüklükte 4 tane, bir tanesini bir litre soya sütü ile karıştırıp yoğurt makinesinde yapmayı denedim.

Oldu! İlk denemede gerek Tarkan'ın evde yaptığı, gerekse benim makinede yaptığım sulu oldu ama buzdolabında kendini toparladı. İkinci denemede ikimiz de başarılı olduk. Elimizdeki yoğurttan iki minik kap (toplam 250 gr) yoğurt ile 1 litre soya sütü ile denedik ve her ikisi de katı oldu.

Ben üçüncü denememde 1 kap elimdeki yoğurttan, 1 kap da hazır vegan yoğurttan ve 1 lt de soya sütü kullandım. Süper bir sonuç elde ettim.

Malzeme:

* 1 lt soya sütü
* 250 gr vegan yoğurt

Hazırlanışı:

- Vegan yoğurt ve 1 lt soya sütü bir kapta karıştırılır ve yoğurt makinesine konur.


- Mayaladığınız sütü kaba biraz yukarıdan dökerseniz üstü köpük köpük kaymak olur. 7 saat sonra yoğurt hazırdır, ama buzdolabına konmadan evvel 4-5 saat olduğu yerde dinlenmesi iyi olur.

AFİYET OLSUN!



Fakat, tabiî bu durumda şöyle bir sorun ortaya çıkıyor. Türkiye'ye vegan yoğurt gelene kadar yurt dışından yoğurt getirmek ya da getirtmek gerekiyor.

Cumartesi, Ağustos 23, 2008

Yazın Ekolojik Halk Pazarı


2006 yazından beri turum olmadığı her Cumartesi zevkle gidip alışveriş yaptığım ekolojik halk pazarını hepiniz bilirsiniz.

İstanbul'da Şişli Feriköy'de yeri...
Ben bu pazardan alışveriş etmeyi çok seviyorum. Kışın kış renklerinde fotoğraflayıp yazmıştım. Şimdi de yaz bitmeden yazın nasıl göründüğünü belgeleyeyim dedim. Gene farklı tabiî. Yaz meyveleri, sebzeleri ile önümüzdeki ay çıkmaya başlayacak sonbahar meyve ve sebzeleri arasında ciddi renk farkı var...
Evet, ben bu pazardan alışveriş etmeyi seviyorum.
Çünkü biliyorum ki, bu pazarda doğal ve insan sağlığına zarar vermeyen yöntemlerle yetiştirilen taze ekolojik sebze, meyve ve diğer ekolojik ürünleri bulabileceğim.
Çünkü biliyorum ki, bu pazarda Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden gelen ürünler üreticiden tüketiciye sunuluyor.
Çünkü biliyorum ki, tüm ürünler ekolojik sertifikalı.
Ekolojik tarımın zorluğunu ve buna destek verilmesi gerektiğini insanoğlunun kendisi ve geleceği için artık kavraması gerekir. Sırf kendi sağlığın değil dünyanın geleceği, çocuklarına bırakacağın geleceğin doğru adımları buradan geçiyor. Ekolojik tarım.
Bu işle ilgilenen çiftçinin desteklenmesi çok önemli. İşte bu ekolojik pazar da yılmadan usanmadan buna destek veren bir noktadır aslında.
Bugün Türkiye'nin pek çok yerinde ekolojik halk pazarları açılıyor. Üreticiden tüketiciye sağlıklı sebze, meyve ve diğer ürünler gidiyor. Kandırılmıyorsun, aldatılmıyorsun. Kimyasallarla yüklü, hormonlu abuk sabuk şeyleri yemiyorsun...
Bunu iyi anlamak, ayırdına varmak gerekir.
Herkes kendi üstüne düşeni yapmalı dünyanın bu hale geldiği bu günlerde. Herkes hâlâ çocuk yapma derdinde... O çocuk yapanlara veya yapmak isteyenlere soruyorum: Hangi dünyaya getiriyorsun o çocuğu? Ne hakla? Madem illâ yapacaksın, o halde bu konuda da üstüne düşeni yap...
Bazen çevreme bakıyorum da, çocuklar yetişkinlerden çok daha bilinçli bu tür konularda...
Ekolojik Halk Pazarı ile ilgili daha fazla bilgi için:

Perşembe, Ağustos 14, 2008

Gülelim... Düşünelim... - 1

Gerçi yukarıdaki karikatürü anlamak için çok derin İngilizce bilgsine gerek yok ama bilmeyen olabilir, tercüme edelim. Sonuçta burası Türkçe bir blog...

- Otobüs istasyonuna nasıl gidilir, biliyor musunuz?
- Bilmiyorum. Ama proteininizi nereden alıyorsunuz?

Her yerde vejetaryenler bu aptal protein sorusundan yorulmuştur...

Aynen öyle...

Biraz gülelim, gülerken de düşünelim dedim...

Ben de bu soruya sinir oluyorum çünkü... :))))

Ama demek ki, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlar dünyanın her yerinde varmış...

Pazar, Ağustos 10, 2008

Hayatınızı Ne Hantallaştırıyorsa Atın Hemen Sırtınızdan


Bugün Hürriyet Gazetesi'nin Pazar Eki'nde güzel bir yazı gördüm ve sizlerle paylaşmak istedim. Buyurun okuyun:

HAYATINIZI NE HANTALLAŞTIRIYORSA ATIN HEMEN SIRTINIZDAN

Ezgi Başaran

10.08.2008 / Hürriyet

Platon demişti ki: "Önünüzü görmek istiyorsanız, günlük hayatın mekanizmasını sadeleştirin." Yüzyıllar sonra lafına geliyoruz. Çevre araştırmaları konusunda dünyanın en önemli 10 kurumundan biri olarak kabul edilen Worldwatch, 2008 raporunu yayınladı. Bu raporun dördüncü bölümünde, iyi bir hayatın, daha az tüketmekten geçtiği söyleniyordu.

Rapora göre tüketim çılgınlığına karşılık, sade ve basit yaşam ABD, Kanada, Avustralya ve İngiltere’de yükselen bir trend haline geldi. Sade yaşamı destekleyen birçok örgüt ve eko-köy kuruldu. 3-4 haftalık sade yaşam kursları veren bu eko-köylere dünyanın her yerinden binlerce insan katılıyor her yıl. Kuzey Amerika’da kurulan Sadelik Forumu periyodik olarak "Daha az tüketin, sadeleşin, daha iyi bir hayatınız olsun" manasına gelen broşürler bastırıyor, dağıtıyor, kitaplar yayınlıyor, konferanslar düzenliyor. Forumun yaptırdığı anketlere göre şu anda 20 milyon Amerikalı sadelik akımını benimsedi. Stanford Üniversitesi araştırma enstitüsünde yıllarca çalışan, sade yaşam üzerine yazdığı makale ve kitaplarla, verdiği konferanslarla konunun uzmanı sayılan, Sadelik Forumu üyesi Duane Elgin’le hayatımızı nasıl basite indirgeriz, konuştuk.


BASİT YAŞAMIN KURALLARI ÇOK BASİT

Arkadaşınız, eşiniz ve çocuğunuzla daha çok vakit geçirin. Onlarla yürüyüşe çıkın, bir öğünü paylaşın, şarkı söyleyin ya da birilerine yardım edin.

Her bakımdan beslenin! Bedeniniz için koşun veya bisiklete binin. Ruhunuz için ilişkilerinizde oyunsuz, yalansız ve dolaysız olun. Yaptığınız her şeyi tutkulu yapın ya da sadece tutku ve şevk duyduğunuz şeyleri yapın. Zihniniz için yeni şeyler öğrenin, küçük kurslara katılın.

Daha az kıyafet alın. Aldığınız kıyafetlerin modaya uygunluğuna değil fonksiyonel olmasına dikkat edin. Kozmetik ve mücevher almayın.

Satın aldığınız her şeyin çevreye zarar vermeden üretildiğine, dayanıklı ve tamir edilebilir olmasına dikkat edin.

Evinizde az kullandığınız her şeyi (kıyafet, kitap, mobilya, alet edevat), ihtiyacı olan birine verin. Eviniz kalabalık olmasın.

Her ortamda kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına katkınız olsun.

Bahçıvanlığın, tesisatçılığın, marangozluğun, terziliğin en basit özelliklerini öğrenin.

Sessiz iletişim yöntemlerini kullanın. Sarılmak, gülümsemek, kafa sallamak vs.

Mümkünse işinize yakın bir yerde oturun. Değilse, ulaşım için birkaç iş arkadaşınızla aynı arabayı kullanın ya da toplu taşıma araçlarına binin.


NEYİ ATACAĞINIZI EN İYİ SİZ BİLİRSİNİZ


Sade hayatın tanımı kişiden kişiye değişir. Çünkü hayatınızı nelerin karmaşık, biçimsiz ve hantal hale getirdiğini ancak siz bilebilirsiniz. Sade yaşamak demek, omuzlarınızdaki yükü üstünüzden atmak demek. Daha hafif, daha temiz ve aerodinamik bir hayat demek. Dikkatinizi dağıtan ayrıntılardan kurtulup hayatla baş başa ve yüz yüze kalmak demek. Özü bu!


DÜNYA SADELİK KOMÜNİTESİ


Findhorn Komünitesi (İskoçya)

1972’de kuruldu. Dünyanın her yerinden 350-400 kişi Findhorn adı verilen bu bölgedeki eko-köyde yaşıyor. Yaklaşık üç bin kişi de her yıl bu köyü ziyaret ediyor. Birkaç gün burada kalıyor. Onlara holistik eğitimler veriliyor, sade hayata nasıl ulaşılacağını anlatan atölyeler yapılıyor.

Erik Köyü (Fransa)

Vietnamlı rahip Thich Nhat Hahn tarafından 1982’de Güney Fransa’daki kuruldu. Vietnam’a girmesi yasaklanan bu rahip önce Paris’in güneyinde Tatlı Patates adlı bir komünite kurmuştu. Fakat katılımcıların sayısı artınca daha büyük bir arazi arayışına girdi. En sonunda orijinal adı Persimmon Köyü olan araziyi satın aldı. Burada müthiş erik ağaçları olduğu için köyün adı Erik Köyü olarak değiştirildi. Her yıl 4 haftalık inziva hayatı sunuyor dünyanın her yerinden gelen ziyaretçilerine. Katılım 2500-3000 kişi arasında değişiyor.

Sadelik Forumu (Kuzey Amerika)

Sadelik Forumu akademisyenler, yazarlar ve aktivistlerden oluşan bir düşünce kuruluşu. 2001’de kuruldu. Duane Elgin de bu forumun en aktif üyelerinden. Sadelik akımının dünyada yayılması için kitaplar hazırlıyor, makaleler yazıyor, konferanslar düzenliyorlar.

Downshifting Downunder (Avustralya ve İngiltere)

2005’te Sydney’de kuruldu. Eylül 2006’da İngiltere’de şube açtı. İnsanların vites düşürüp biraz yavaşlamaları (zaten örgütün adı da vites düşürmek anlamına geliyor), daha az tüketmeleri için eylemler düzenliyorlar.


İLKEL YAŞAYIN, MÜNZEVİ OLUN DİYEN YOK


Sade yaşayın dediğimizde teknolojiden uzak bir hayat sürün, münzevi olun dediğimiz zannediliyor: Evin içinde tuvalet yok, telefon yok, bilgisayar yok, TV yok, araba yok. Böyle bir hayat karikatürleştirilmiş bir ütopyadır. Halbuki sadelik insanı ilkelliğe değil, ileriye götürmeli. Sizi gerçekten yapmak istediğiniz şeyleri yapmaya itmeli.


KOZMETİK SADELİK SİZİ ALDATMASIN

Bazıları daha az benzin yakan otomobiller kullanarak, avizelerine floresan lamba takarak, çöp kutusunda plastiklerle kağıtları ayırıp geri dönüşüm merkezlerine göndererek sade bir hayat yaşadıklarını sanabilir. Buna kozmetik ya da yüzeysel sadelik diyoruz. Sağlıksız ve yoğun hayatınıza yeşil bir ruj sürerek sade yaşanmaz. Çünkü kafa yapısını değiştirmek gerek. Ama bu konudaki 30 yıllık araştırmalarıma dayanarak söylüyorum, bunu başaranların sayısı giderek artıyor. Amerikan halkının yüzde 10’u yani 20 milyon kişi şu anda böyle yaşıyor.

FAKİRLİK BAŞKA, SADELİK BAŞKA

Fakir insanlar az tükettiği için sade bir hayat sürüyor gibi görünebilir. Ama bizim burada bahsettiğimiz sadelik, gönüllü olarak seçilen bir yaşam biçimi. Parasız olduğunuz için üç tişörtünüz olması sade yaşadığınız anlamına gelmez. Çünkü bu bir zihniyet meselesi. Daha az tüketip daha tenha bir hayatı yaşamayı özellikle istemelisiniz. Paranız olsa da olmasa da.

Cumartesi, Ağustos 02, 2008

Kitap Tavsiyesi - 1

İDEAL SAĞLIK İÇİN CANLI BESİNLER
(Çiğ Besinlerin İyileştirici Gücünü Kullanma Rehberiniz)
Brian R. Clement
Theresa Foy DiGeronimo



Yediklerinizin sizi hasta edebileceğini biliyor muydunuz?
Bazı besinler, enerjinizi tüketen yağlar, toksinler ve kimyasallarla birlikte bedeninizi tıkar. Peki, bedeninizin güçlü, sağlıklı ve zinde kalabilmesi için ihtiyacı olan en uygun besinleri nereden bulabilirsiniz?
Milyonlarca insan için yanıt, çiğ yenilebilen, güvenli ortamlarda üretilmiş , kimyasal ve katkı maddesi eklenmemiş sağlıklı ve tedavi edici özelliği olan canlı besinlerdir. Kırk yılı aşkın süredir Hippocrates Sağlık Enstitüsü insanlara bedenlerini canlı besinlerin doğal güçleriyle nasıl temizleyeceklerini ve iyileştireceklerini öğretiyor. Bu kitabı yazarları Brian R. Clement ve Theresa Foy DiGeronimo, canlı besinlerin sağlık için neden çok önemli olduğunu açıklıyor ve canlı besinlere geçiş için etkili bir program sunuyorlar.
Adım adım izleyeceğiniz yol haritası, yaşam tarzınızı değiştirecek öneriler, 100'ün üzerinde sağlıklı, lezzetli tariflerle İdeal Sağlık için Canlı Besinler, sağlığınızı kontrol altına almanız ve zinde kalmanız için her şeyi içeriyor.
Brian R. Clement, doğal saşlık ve iyileştirme öncüsü, Florida West Palm Beach'te bulunan Hippocrates Sağlık Enstitüsü başkanı ve Holistik Sağlık Birliği kuucu başkanıdır.
Theresa Foy DiGeronimo, New jersey The William Patterson Üniversitesi İngilizce Bölümü'nde doçent ve içlerinde The natural Way of Healing Chronic Pain'in de bulunduğu pekçok kitabın yazarıdır.
Orijinal adı Living Foods for Optimum Health olan bu kitabı İngilizce aslından Evren Mutlu çevirmiş ve kitap ALFA tarafından yayınlanmıştır.

Türkçe Baskıya Önsöz:
İnsanlığın ilk ayak izleri 3,5 - 4 milyon yıl önceye tarihlendiriliyor. Tarihçiler, medeniyetleri 3000 yıl önceye dayandırıyor. Sanayi devriminden bu yana 250 yıl geçti. İnsanlığın doğasından koparılmasının tarihi ise yalnızca 100 yıl.
Binlerce yıllık tarihte bu kısacık 100 yıllık değişim insanlık üzerinde öyle baş döndürücü etkiler yarattı ki insan doğasından nasıl uzaklaştığını fark edemedi bile.
Şu an ilk satırlarını okumaya başladığınız bu kitabın belki de en sürükleyici yönlerinden biri, insanın doğal sistemden koparılarak yine 'insan yapımı' olan bambaşka bir sisteme adapte edilmesinin 100 yıllık yolculuğunu , bu yolculuktaki buluşları ve dönüm noktalarını bir hikâye üslûbunda anlatıyor olması.
Bu 100 yıllık yolculukta, iyi niyetle başlayan buluşların, bugün özellikle gıda ve dolayısıyla sağlık endüstrisinde nasıl bir çelişkiye neden olduklarını keşfedecek, gıdaların ürün haline gelişlerinin sürecine tanıklık edeceksiniz. Bugüne değin bildiğiniz pek çok şeyin yanlışlığını fark edecek, canlı besinlerin bütünsel sağlık üzerindeki olumlu etkilerini göreceksiniz. Bu kitabı tamamladığınızda yepyeni bir yaşam tarzını da tanımış olacaksınız.
Aklınıza şu soru gelebilir: "Beslenme konusunda şimdiye değin iddia edilenlerin ya da inanılanların hepsi bir kenara atılıyorsa, bu yazılanların ileride aynı muameleyi görmeyeceğini nereden biliyorsunuz?" Öncelikle bilimde kesinlik olmadığını ve bunun sonsuz bir tekâmül süreci olduğunu söyleyerek şu görüşü hararetle savunabilirim: Bu yeni yaşam tarzı çok da yeni bir keşif sayılmaz. Yüzyıllar, hatta bin yıllar öncesine değin insanlık böyle besleniyordu. İnsanlık doğanın diğer zenginlikleriyle iç içe yaşayan bir doğa parçasıydı. İşte bu yüzden bu yeni yaşam tarzı son yüzyılda verilen en doğal yaşam reçetesidir.
Bugün ise modern yaşamın sunduğu göz boyayan olanaklar insanları doğaya ve birbirlerine yaklaştırırmış gibi görünüp aslında uzaklaştırıyorlar. Artık insanlık gıda değil, onlarca kimyasalla birleştirilmiş ticari ürün tüketiyor. Ve maalesef birçoğunun etiketinin üzerinde "doğal" yazabiliyor. Alışverişte pazar tezgâhlarının yerini bilgisayar klavyeleri alıyor. "Mış gibi iletişimlerle" sohbet sofraları sanal ortamlarda kuruluyor, sanal ortamlarda kadehler kalkıyor... Doğa sporları bile doğadan koparılarak salonlara taşınıyor. Küreselleşme denen şey bütün dünyayı bilgisayar ekranının , hatta gelişmiş cep telefonlarının içine hapsetti.
Tüm bunlar yaşamı kolaylaştırmıyor aslında... İnsanların yaşarmış gibi davranmalarını sağlıyor. Bugün insanlık "yaşarmış gibi" yaşıyor.
Ben yaşarmış gibi yaşadığımı 40'lı yaşlarımın ortalarına doğru fark ettim. Bu farkındalıkla dünyanın çeşitli ülkelerinde farklı yaşam tarzlarını süren çeşitli gruplarla birlikte oldum. Her ne kadar doğaya dönmek istesek de sonuçta hepimiz modern yaşamın bir parçasıyız. Birçoğumuzun sosyal statüleri bu ortamı terk edip oğada yaşamaya imkân vermiyor. Ama bu bizim tamamıyla doğadan kopmamız çin bir sebep değil. İşte bu arayış sürecinde tanıdığım Hippocrates Health Institute benim için önemli duraklardan biri oldu. Enstitü doktorlarından ve aynı zamanda bu kitabın yazarlarından Dr. Brian R. Clement tıp kariyerinin önemli bir kısmını bu yeni yaşam tarzı üzerinde yoğunlaştırmış. Bu yöndeki bilimsel çalışmalarını da sürdürüyor. Kitabın diğer yazarı Theresa Foy DiGeronimo ise yazdığı ve katkıda bulunduğu sağlık kitapları ile tanınıyor.
Yeni yaşam reçetesini arama yolculuğumun sonunda Türkiye'de, kendi ortamımda ailemle, dostlarımla hem birarada olup hem de daha doğal ve sağlıklı yaşmak üzere bir topluluk oluşturmaya karar verdim. Bugün gururla görüyorum ki, The LifeCo çatısı altında bu topluluk büyüyor ve ideal sağlığın bütün sırlarını, bütün ipuçlarını çevresindekilerle paylaşıyor.
Bu amaçla ülkemizde tanıtmayı hedeflediğimiz İdeal Sağlık İçin Canlı Besinler kitabında beslenmenin, hastalıklardan korunmanın, kendinizi iyi hissetmenin, sağlıklı alışveriş etmenin ve sağlıklı yiyecekler hazırlamanın metotlarını eğlenerek öğreneceksiniz. Clement ve DiGeronimo'nun satırlarında yolculuğunuza başlamadan önce sizlere ideal sağlığınız için kendime ait birkaç küçük öneride bulunmak istiyorum.
Ürün değil, gıda tüketin. İşlenmemiş, doğal yiyeceklerle beslenin.
Üzerinde etiket olmayan, yani doğa hali ile rafta yer alan ya da etiketinde tanımadığınız maddeler olmayan yiyecekleri seçin.
Az yiyin. Restoranlardaki, paket servislerdeki porsiyonların sizi yönlendirmesine ya da şartlandırmasına müsaade etmeyin.
Mümkün olduğu kadar çok meyve ve sebze yiyin. Yaşamınızın %75'inde doğal ve sağlıklı beslenin, geri kalanında sevdiğiniz şeyleri yiyin. Bu denge sizi koruyacaktır.
Yaşamınızın keyfini sürün.
Ersin Pamuksüzer

Cuma, Temmuz 25, 2008

Birkaç Anlamlı Fotoğraf

Bugün fotoğraf kutularını karıştırırken aşağıdaki fotoğrafları buldum, hemen taradım ve buraya ekledim.

2003 yazıydı... Floransa'da meydanda bir cafe'de oturmuş kahve içiyorum, birden bir kalabalık oluştu, sakin sessiz bekliyorlar. Sonra aynı sessizlik içinde yürümeye başladılar. Bazıları hayvanlarını da getirmişti, bazıları hayvan maskları takmıştı, bazılarının elinde pankartlar vardı.

Veganlar hayvan katliamını, hayvanların kürkünden faydalanılmasını vs protesto ediyorlardı.

Çok derinden etkiledi beni bu yürüyüş. Etraftan onları seyredenlerin arasına katılıp hem aşağıdaki fotoğrafları çektim hem de avuçlarım patlayıncaya kadar alkışladım.


Bir de Güney Fransa'da Toulon'da gördüğüm aşağıdaki bu sahneler beni çok etkiledi... (Dikkat edin: İki fotoğraf da aynı mekânda ve aynı zaman diliminde çekildi.)
Biz ne vakit bu olgunluğa erişeceğiz?

Pazar, Haziran 29, 2008

Yalancı Dolma Yapan O Türk Kızı Benim

Bugün kendime iltimas geçtim! Hürriyet Pazar'da yayımlanan benimle yapılmış bir röportajı bu sayfaya aldım. Ama asıl sebep ödül almış bir romanın kahramanı olmamdan çok bu romana konu olan yemeğin bir vegan yemak olması ve bizim Türkiye'de bunu aslına uygun yapıyor olmamız... Yaprak Sarma!


Hürriyet Pazar

29 Haziran 2008
İhsan YILMAZ


Yunan yazar Lena Merika’nın çocuk romanı "Kimyon ve Sevgiyle" bu yıl başında Can Yayınları tarafından Ahmet Yorulmaz’ın çevirisiyle yayımlandı. Kitapta Londra’da okuyan Yunan bir gençle Türk kız arkadaşının Atina’yı ziyareti ve gencin anneannesinin Türk kıza karşı önyargılı tavrının iki ülkenin ortak değerlerinin ortaya çıkmasıyla nasıl aşıldığı anlatılıyor.Kitabın her bir bölümü, bir güne ayrılmış ve o gün evde pişen yemeğin adını taşıyor. Türk kızı Niket de kolları sıvıyor, yaptığı yalancı dolmayla gönlünü alıyor İzmir göçmeni anneannenin. "Kimyon ve Sevgiyle" Can Yayınları tarafından yayınlandıktan iki ay sonra, bir gün yayınevinin telefonu çaldı. Genç bir kadın vardı telefonda: "Yayınladığınız o kitapta sözü geçen Niket benim. Gerçek ismim de Nükhet. Üstelik kimyon da yanlış. Çünkü romanda anlatılan sarmaya kimyon değil tarçın konur!" İşte bu aşk hikayesinin roman hali ve gerçek hali.Türk-Yunan ilişkilerini güçlendirmek için düzenlenen Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülleri’nin 2000-2001 dönemindeki yarışmasında, Lena Merika’nın "Kimyon ve Sevgiyle" adlı romanı Yunanistan’da Çocuk Kitabı dalında mansiyonla ödüllendirilir. Lena Merika tam da ödül gerekçesine uygun bir kitap kaleme almıştır: Atina’da yaşayan bir ailenin Londra’da üniversitede okuyan oğulları Alki bir gün telefon ederek Noel’de eve geleceğini, yanında da kız arkadaşını getireceğini söyler.Bu haber ailede inanılmaz bir heyecana neden olur. Bir yandan oğulları için yemekler hazırlanırken bir yandan da kız arkadaşın kim olduğu üzerine varsayımlar üretmeye başlarlar. Yabancı bir kızın oğullarını baştan çıkardığı düşüncesi özellikle anneannenin uykusunu kaçırır. Çünkü ona göre Yunan kızlarından daha iyisi yoktur; üstelik yemek yapmayı da iyi bilirler. "Ayakkabı memleketinden olsun, varsın yamalı olsun" düşüncesindedir.


TÜRK OLDUĞU YETMEZMİŞ GİBİ BİR DE SMİRNİLİ!


Niket ve Alki sonunda Atina’daki eve gelirler. Aile üyeleri, yabancı kızın milliyeti konusunda aralarında çeşitli spekülasyonlar yapar hatta bir ara Fransız olduğuna karar verirler. Ama Niket’in pasaportunu görüp Türkiye Cumhuriyeti yazısını okuduklarında şoka uğrarlar. Asıl korktukları, anneannenin göstereceği tepkidir.Anneanne bir şeyden habersiz, torunu özlemiştir diye yaptığı dolmaları masaya getirir. Ama Alki, dolmaları hiç özlemediğini söyler çünkü İngiltere’de Niket bol bol yapmaktadır ona. Niket, dolma yapmayı büyükannesinden öğrendiğini söyleyince, Alki’nin anneannesi bir an heveslenir: Yunan mı büyükannen? diye sorar. Acı gerçeği böyle öğrenir: Hayır, Niket’in anneannesi Türk’tür, bu da yetmiyormuş gibi, İzmirli’dir. Ailesi 1922’de İzmir’den kaçarak Atina’ya yerleşmiş anneanne, Smirni olarak bildiği kente İzmir diyen ve oradan gelen bir kızla karşı karşıya olduğunu anlayınca beyninden vurulmuşa döner. Hemen odasına kapanıp bir daha asla Niket’le karşılaşmamaya dikkat eder.Fakat Niket’in yaptığı yalancı dolmayı bir gece gizlice yedikten sonra tarifini merak etmekten de kendini alamaz. Çünkü o güne kadar yediği en güzel dolmadır bu. Hele bir süre sonra evde çıkan bir yangında Niket’in hayatını tehlikeye atıp alevlerin arasından Alki’yi kurtarmak için nasıl çaba harcadığını görünce kalbinin buzları çözülür. Ve dolmaya ne koyduğunu sorar genç Türk kızına. Aldığı cevap da romana adını verir: "Kimyon ve sevgi."


YAZARIN ABİSİNİN AŞKINDAN İLHAM ALDI


Romanın yazarı Lena Merika, bire bir olmasa da kitabını yaşanmış bir olaydan esinlenerek kaleme aldı: Abisi Yorgo Merikas ve eski sevgilisi Nükhet Everi’nin aşklarından. Nükhet Everi, Avusturya Lisesi’ni bitirdikten sonra 1980’de Viyana Üniversitesi’ne gitti. Ülkesinden ayrılmak gibi bir niyeti yoktu ama terör endişesiyle babası istemişti yurt dışında okumasını. Yorgo Merikas ile de orada tanıştı. Yorgo, Zürih’te mimarlık okuduktan sonra Viyana Üniversitesi’nde arkeoloji bölümüne devam ediyordu. İlişkilerinin bir de şahidi vardı. O dönem Viyana Üniversitesi’nde misafir profesör olarak bulunan ünlü arkeolog Ekrem Akurgal.Nükhet ve Yorgo o dönemde birbirlerine büyük bir aşkla bağlandı. İşte romana konu edilen Yunanistan gezisi de zaten bu süre içinde yapıldı. Ama kitapta anlatıldığı gibi değil. Yorgo’nun ailesi çok sevecen davranmıştı Nükhet’e. Yorgo da Türkiye’ye gelmiş, Nükhet’in ailesiyle tanışmış, hatta babasıyla da çok iyi bir dostluk kurmuştu.İki yıl kadar süren bu ilişki Yorgo’nun Atina’ya geri dönmesiyle sona erdi. Bir süre birbirlerini kaybettiler. Sonra Ekrem Akurgal’ın aracılığıyla yeniden birbirlerini buldular. Bugün de dostlukları devam ediyor.


LENA’YI BİLİRSİN YEMEK YAPMAYI BİLMEZ


Yorgo, kızkardeşi Lena’nın kitabı ödül alıp Yunanistan’da yayımlandığında, bir mektupla birlikte gönderdi Nükhet Everi’ye: "Lena’yı biliyorsun, senin kendine has kokusu olan anlamına gelen o güzel adını ne yazık ki doğru yazmamış ve Niket olarak değiştirmiş. Bir de tahmin edeceğin gibi yemek tarifini yanlış vermiş. Ama zaten yemek yapmayı bilmediğini hatırlarsın sen de..."Kitap Yunanistan’da yayınlandıktan yedi yıl sonra Türkçe’ye çevrilirken, çevirmenle yayıncılar "Niket" adının aslında "Nükhet" olması gerektiğini fark etti. Belki kimyon yerine tarçın denmesi gerektiğini de. Ama telif anlaşması gereği ikisini de düzeltmediler. Yalancı dolmanın gerçek kahramanı Nükhet Everi, "Tek yanlış bunlar da değil" diyor. "Onun adı dolma değildir zaten, yaprak sarmadır."Romanın kendisi de yemeklerle ilgili bu tür tartışmalarla dolu: Yunan kahvesi mi, Türk kahvesi mi? Köfte Yunanca mıdır, yoksa Türkçe mi? Ama romanda da denildiği gibi asıl önemlisi yemeğin ismi değil, lezzetli olup olmadığı. Lezzet için de kimyon veya tarçının yanısıra sevgi katmak şart.


ROMAN KAHRAMANININ GERÇEK HAYAT HİKAYESİ


Nükhet Everi, fotoğraf sanatçısı Kemal Everi’nin torunu olarak Bebek’te dünyaya geldi. Avusturya Lisesi ve Viyana Üniversitesi’nde okudu. Bir süre Küba’da yaşadı ve orada çalışan ilk Türk kadını oldu. İstanbul Rehberler Odası yönetim kurulu üyesi, aynı birliğin bünyesinde Mardin Çalışma Komisyonu’nun kurucusu ve başkanı. Almanca dilinde profesyonel turist rehberi olarak çalışıyor. Çok iyi Almanca, İngilizce ve İspanyolca biliyor.Tiyatroyla da her zaman ilgilendi. İstanbul Şehir Tiyatroları’na bağlı Tiyatro Araştırma Laboratuarı’nda Beklan Algan’ın asistanlığını yaptı. Karadeniz Tiyatrolar Birliği kuruluş aşamalarında Erol Keskin’in yardımcısı olarak çalıştı. O dönem Orhan Alkaya tarafından çıkartılan Tiyatro Dergisi’ne tercümeler ve söyleşiler yaptı. "Işığa Ağıt" ve "Ölümsüzler Stoası" adlı iki tiyatro oyunu, Halikarnas Balıkçısı ve Anadolu Uygarlıkları üzerine değişik çalışmaları var. Gezi yazıları da yazıyor.


KİTAPTAN: ANNEANNEYE GÖRE DOLMA VE KÖFTE YUNANCA


Bilmiyorum! Belki Yunanca bir sözcüktür (dolma). Bizden almışlardır. Köfte sözcüğü gibi... Kimilerinin dayattığı gibi Türkçe değildir, Yunanca’dır! Bizansça’da ’koton’ sözcüğünden türetilmiştir, yani kesilmiş et. Televizyonda konuşan bir profesörden dinledim...

Perşembe, Nisan 03, 2008

Bir Vegan Bebek

Mira Alfasa...


Canım arkadaşlarım Banu Can Alfasa ve Sabiş Alfasa'nın 8 aylık kızları.



Annesinin deyimiyle tam bir 'raw baby', benim için bir 'vegan bebek'.

Banu Can benim çok eski bir arkadaşım, sevgili bir dostum. Bir zamanlar son derece başarılı bir turist rehberi idi. Uzun yıllardır kendini sağlıklı beslenme, detoks programları, yoga, raw&live gibi benim için en değerli konulara adadı. Müthiş organizasyonlar yapıyor. Çok güzel projeleri var, bunların da son derece başarılı olacağına inanıyorum.


Mira bebek bir raw baby gerçekten annesinin de dediği gibi. Anne sütü ile besleniyor ne şanslı ki hâlâ. Bu arada her türlü meyve ve sebze suyu da içiyor. Dün badem sütü içiyordu büyük bir iştahla.


Mira çok mutlu, enerjisi çok yüksek ve çok güzel bir bebek. Hep böyle de kalacağına eminim enerjisinin, mutluluğunun ve güzelliğinin.

Ben vegan bebekler hakkında bazı yazılar okudumdu ama iki vegan bebek tanıdım hayatımda. Biri sevgili arkadaşım Işıl Çetinkaya Şimşek'in kızı, biri de Banu'nun kızı.

İkisi de son derece sağlıklı ve keyifleri de yerinde bebekler. Zaten bu yüzlerine, ciltlerine öyle bir yansıyor ki. Işık çocuklar resmen.

Banu, Mira ve ben (Nünü teyze) Mira tam 8 aylık olduğu gün Emirgân Parkı'nda uzun bir yürüyüş yaptık ve Mira'yı uzun uzun inceleme şansı yakaladım.


İyi ki çocuk yapmamışım diye düşünürüm hep, hâlâ da öyle düşünüyorum ama Mira'yı da gördükten sonra umutlarım yeşermeye başladı yeniden gelecekle ilgili, dünya ile ilgili.

Sanırım, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak yerine biraz daha doğru dürüst araştırıp okumak, hatta bazı şeyleri denemek, en azından kendi yaşam alanında dünyaya bir şekilde katkıda bulunmak bile içinde bulunduğumuz durumu düzeltmek için pek de yabana atılmayacak bir adım olur.

Herkes elinden geleni yapsa dünya ne güzel olur...
Beni umutlandırdın Mira...

Şansın bol, yaşamın güzel olsun!

Çarşamba, Mart 26, 2008

Cumartesi, Şubat 02, 2008

Kışın Ekolojik Halk Pazarı


17 Haziran 2006 tarihinden beri İstanbul'un bir ekolojik halk pazarı olduğunu cümle alem biliyor.

Bu pazar her Cumartesi günü Şişli Feriköy'de kuruluyor.

İlk açıldığı günden beri her fırsatta gittiğim ve alışveriş yapmaktan da büyük zevk aldığım bu pazar, doğa ve insan sağlığına zarar vermeyen doğal yöntemlerle yetiştirilen taze ekolojik sebze, meyve ve diğer ekolojik ürünleri her hafta tüketiciyle buluşturuyor.

Bu pazarda Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden gelen ürünler satışa sunuluyor.

Tüm ürünler ekolojik sertifikalı.




Kışın ve yazın çok farklı oluyor pazar. Bu da çok doğal, özellikle yaz ve kış sebze ve meyvesi açısından düşünürseniz, renkler bile farklı pazar yerinde.



İnsanların kafasında ekolojik ürünler pahalıdır düşüncesi vardır. Belki, doğal olmayan ve sağlıksız ortamda yetişen diğer ürünlere göre biraz daha pahalı olabilir ama bence aradaki fark pek o kadar da fazla değil. Ayrıca 'ucuzdur vardır illeti, pahalıdır vardır hikmeti' lafı bu noktada tam da yerine oturuyor.

Doğaya ve insana verilen zararı görmezden gelmek günümüz insanı için utanılası bir durum. Bence herkes kendi hayatında, kendi evinde, kendi bahçesinde ya da balkonunda elinden geleni yapmalı.

Bu konuda bilinçlenmek çok önemli. Ben yıllarca vegan konusunu inceledim, okudum, araştırdım ve etik açıdan vegan olma kararı aldım. Önce et, sonra kanatlıları yemeyi bıraktım, daha sonra balık. Süt ve süt ürünlerini bırakmak soya ve soya sütünü tanıyınca çok da kolay oldu açıkçası. Tüm hayvansal ürünler ve hayvanlardan elde edilen ürünler çıktı hayatımdan birer birer yeme içme, giyim kuşam ve yaşam alanımda.



Bu konuyu çok araştırdım, çok okudum ve bilinçlendim. Doğrunun bu olduğu kanaatine vardım.

Çevre bilincinin gelişmesi gerekliliğine inanıyorum ve buna öncelikle de insanın kendi hayatında başlaması gerekiyor. Bu nedenle bu ekolojik halk pazarına benim de karınca kararınca desteğim oradan alışveriş ederek oluyor.




Aynı şey ekolojik ürün satan dükkânlardan yaptığınız alışverişler için de geçerli. (Alışveriş Önemlidir başlıklı yazıda da bu konuya değinmiştim).

Kendinize, çevrenize, tüm canlılara, kısacası dünyaya iyilik edin. Ekolojik ürünler kullanın!

Ekolojik Halk Pazarı ile ilgili daha fazla bilgi için:

http://www.bugday.org/ ve http://www.epazaryeri.org/